Bu siteyi kullanarak Gizlilik Politikası'nı ve Çerez Politikası'nı kabul etmiş olursunuz.
Onayla
Tarih Kültür
  • Türk Tarihi
  • Avrupa Tarihi
  • Antik Çağ Tarihi
  • İslam Tarihi
  • Diğer
Cumartesi, Tem 5, 2025
Tarih KültürTarih Kültür
Font ResizerAa
Ara
  • Türk Tarihi
  • Avrupa Tarihi
  • Antik Çağ Tarihi
  • İslam Tarihi
  • Diğer
Takip Et
Türk Tarihi

Vaka-i Vakvakiye: 17. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir Dönüm Noktası

Tarih ve Kültür
Son Güncelleme 4 Temmuz 2025 21:35
Paylaş
Paylaş

Vaka-i Vakvakiye, 4-8 Mart 1656 tarihleri arasında İstanbul’da meydana gelen, Osmanlı Devleti tarihindeki en trajik ve kanlı askerî ayaklanmalardan biri olarak kayıtlara geçmiştir. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun 17. yüzyılda yaşadığı derin krizin belirgin bir tezahürüdür. Ayaklanma sonucunda, isyancılar tarafından idam edilen otuzdan fazla devlet adamının cesetleri, At Meydanı’nda (bugünkü Sultanahmet Meydanı) bulunan büyük bir çınar ağacının dallarına asılmıştır. Bu vahşi ve çarpıcı görüntü nedeniyle olay, halk arasında “Çınar Vakası” olarak da anılmaktadır.  

İçerik Başlıkları
Olayın Kısa Tanımı ve Osmanlı Tarihindeki YeriII. 17. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel DurumuA. Siyasi İstikrarsızlık ve Merkezi Otoritenin ZayıflamasıB. Ekonomik Bunalım ve Mali KrizlerC. Toplumsal Yapı ve Askeri Durumdaki DeğişimlerIII. Vaka-i Vakvakiye’nin Gelişimi ve Ana AktörlerAyaklanmanın Başlaması: Yeniçeri ve Sipahi TalepleriAyak Divanı ve İsyancıların İdam TalepleriIV. Mehmed’in Karşılaşması ve İdam Edilen Devlet AdamlarıOlaydaki Önemli Şahsiyetlerin Rolleri (Turhan Sultan, Meleki Hatun, Sadrazamlar)IV. Vaka-i Vakvakiye’nin Sonuçları ve Uzun Vadeli Etkileriİdamların Siyasi Sonuçları ve Merkezi Otoriteye EtkisiKadınlar Saltanatı’nın Sonu ve Köprülü Mehmed Paşa Döneminin BaşlangıcıDevlet Yönetiminde ve Askeri Disiplinde Gözlenen DeğişimlerOlayın Osmanlı Tarihindeki Dönüştürücü RolüV.Vaka-i Vakvakiye Osmanlı’da Bir Dönüm Noktasıdır!

“Vakvakiye” ismi, Hint mitolojisinde veya Firdevsi’nin Şehname adlı eserinde Büyük İskender’in fetihleri sırasında karşılaştığı, meyveleri insan başı veya yüzü şeklinde olan efsanevi “Vakvak Ağacı”na yapılan bir benzetmeyle verilmiştir. Ağaca asılan cesetlerin oluşturduğu görünüm, bu mitolojik ağacın tasvirine benzetilmiştir. Olayın vahşeti ve toplumda yarattığı derin şok, bu ismin kalıcılığını sağlamıştır. Bu isimlendirme, olayın sadece siyasi bir kriz olmaktan öte, kolektif hafızada yer eden bir “felaket” olarak algılandığını ve kültürel bir travma haline geldiğini de işaret etmektedir. Bir diğer popüler ancak daha az kabul gören teori ise, olayın trajik boyutu karşısında halkın “vah vah vah” şeklinde hayıflanmasından geldiği yönündedir.  

Olayın Kısa Tanımı ve Osmanlı Tarihindeki Yeri

Vaka-i Vakvakiye, IV. Mehmed’in saltanatı döneminde (1648-1687) gerçekleşen bir isyandır. Temel olarak Yeniçeriler ve Sipahilerin maaşlarının düşük ve geç ödenmesi, ayrıca saraydaki yolsuzluklar ve liyakatsiz atamalara duyulan tepkiyle tetiklenmiştir. Bu durum, askeri sınıfın siyasi alandaki artan etkisini açıkça ortaya koymuştur. Olayın sadece bir askeri isyan olmaması, aynı zamanda devlet adamlarının idamına yol açması, merkezi otoritenin ne denli zayıfladığının ve askeri gücün siyasi irade üzerindeki tahakkümünün açık bir göstergesidir. Bu durum, ilerleyen dönemlerdeki reform çabalarının neden zorlu olacağının da bir habercisiydi; zira reformlar, mevcut güç dengelerini değiştirmeyi gerektirecekti.  

Vaka-i Vakvakiye, Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyılda yaşadığı siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerin bir zirve noktası ve duraklama döneminin önemli bir göstergesidir. Olayın “bir dönüm noktası” olarak nitelendirilmesi, sadece anlık bir kriz değil, aynı zamanda uzun vadeli siyasi ve idari değişimleri tetikleyen bir katalizör olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle Köprülü Mehmed Paşa dönemi gibi güçlü sadrazamlıkların başlangıcına zemin hazırlamış, Osmanlı Devleti’nin kısa süreli bir toparlanma sürecine girmesine vesile olmuştur. Bu, devletin kendini düzeltme mekanizmasına zorlandığını ve bu sayede kısa süreli de olsa bir istikrarın sağlandığını göstermektedir.  

II. 17. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Durumu

A. Siyasi İstikrarsızlık ve Merkezi Otoritenin Zayıflaması

17. yüzyıl, Osmanlı tarihinde siyasi istikrarsızlığın en yoğun yaşandığı dönemlerden biridir. Kuruluşundan bu yana tahta çıkan on iki padişaha karşılık, sadece 17. yüzyılda on padişahın tahta çıkması, bu istikrarsızlığın boyutunu gözler önüne sermektedir. Bu durum, devlet yönetiminde sürekliliğin ve güçlü liderliğin sağlanmasını engellemiştir. IV. Mehmed’in tahta çocuk yaşta (1648) geçmiş olması, devlet idaresinin başlangıçta annesi Turhan Sultan ve diğer devlet erkânı tarafından yönetilmesi anlamına gelmiştir. Padişahların iyi yetişememesi ve şehzade sancağı geleneğinin terk edilmesi, onların devlet tecrübesinden yoksun kalmasına ve saray içi güç odaklarının etkisine açık hale gelmesine neden olmuştur. Padişahların genç yaşta tahta çıkması ve şehzade sancağı uygulamasının terk edilmesi, sadece bir eğitim eksikliği değil, aynı zamanda padişahın doğrudan askeri ve idari tecrübeden yoksun kalmasına yol açmıştır. Bu durum, askerin ve saray hiziplerinin padişah üzerindeki etkisini artırarak merkezi otoritenin zayıflamasına zemin hazırlamıştır. Bu, geleneksel devlet mekanizmalarının işleyişindeki köklü bir değişimi işaret etmektedir.  

Bu dönemde saray içi oligarşisi iktidarı ele geçirmiş, mutlak padişah iktidarı yerine, iktidara yakın ailelerin ve saray hiziplerinin (Kadınlar Saltanatı, iç oğlanları ve onlarla işbirliği yapanlar) etkinliği artmıştır. Özellikle Kösem Sultan’ın ölümünün ardından iç oğlanlarının ve işbirlikçilerinin devlet işlerine karışması, hazineden gereksiz harcamalar yapması ve yetkilerini kötüye kullanması, hem mali sorunları derinleştirmiş hem de askeri ve halk arasında memnuniyetsizliği artırmıştır. Saray içi oligarşinin ve iç oğlanlarının gücü, sadece siyasi yozlaşmaya değil, aynı zamanda ekonomik sorunlara da doğrudan katkıda bulunmuştur (gereksiz harcamalar, hazinenin kötü yönetimi). Bu durum, askerin maaş sorunlarının temel nedenlerinden biri haline gelmiş ve Vaka-i Vakvakiye gibi olayların patlak vermesinde kilit rol oynamıştır. Turhan Sultan ile Kösem Sultan arasındaki rekabet de saraydaki güç çekişmelerinin bir parçasıydı ve bu durum, merkezi yönetimin içten zayıflamasına katkıda bulunmuştur.  

Sık sık yaşanan padişah değişiklikleri ve saray içi güç mücadeleleri, liyakatsiz kişilerin üst makamlara getirilmesine ve devlet idaresinin bozulmasına yol açmıştır. Bu durum, devletin uzun vadeli stratejiler üretmesini engellemiş ve yapılmak istenen ıslahatların sonuçsuz kalmasına neden olmuştur. IV. Mehmed’in tahta çıkışından Vaka-i Vakvakiye’ye kadar geçen sekiz yılda on sadrazamın değişmesi, yönetimdeki istikrarsızlığın ve sorunlara kalıcı çözüm bulunamamasının somut bir göstergesidir. 17. yüzyıldaki siyasi istikrarsızlık, Vaka-i Vakvakiye gibi olayların sadece bir sonucu değil, aynı zamanda bu tür ayaklanmaların ortaya çıkışını kolaylaştıran bir ön koşuldur. Devletin zirvesindeki bu zafiyet, aşağıdan gelen baskılara karşı dirençsiz bir yapı oluşturmuş ve kronikleşen sorunların çözümünü imkansız hale getirmiştir.  

B. Ekonomik Bunalım ve Mali Krizler

17. yüzyıl başında “Büyük Kaçgun” adı verilen kitlesel köylü göçleri yaşanmıştır. Bu kaçgun, köylülerin artan iktisadi baskılara ve vergi yüküne dayanamayarak, yasak olmasına rağmen köylerini terk etmeleriyle meydana gelmiştir. Bu durum, Osmanlı ekonomisinin iktisadi genişleme döneminin son bulmasına ve bir durgunluk ile daralma döneminin başlamasına neden olmuştur. Büyük Kaçgun’un nedenleri arasında 16. yüzyıl sonlarındaki tağşiş (para değerinin düşürülmesi), uzun ve masraflı savaşlar (özellikle 1580’lerde İran, 1590’larda Avusturya ile), değişen savaş teknolojileri ve buna bağlı olarak ateşli silah kullanan piyadeye olan ihtiyacın artması yer almaktadır. Bu durum, yeniçeri sayısının artmasına (13 binden 38 bine, hatta 100 bine kadar) ve merkezi bütçeye ağır bir yük getirmesine yol açmıştır.  

Merkezi hazinenin sürekli maaş alan orduya parasal kaynak yaratma ihtiyacı, fethedilen toprakların devlete ait olması ve tımar sahibinin reayadan topladığı vergilerle geçinmesi esasına dayanan tımar sisteminin bozulmasına ve yerini iltizam sistemine bırakmasına neden olmuştur. İltizam sistemiyle vergilerin mültezim adı verilen aracılar tarafından toplanması, mültezimlerin kar elde etme amacı gütmesi nedeniyle üretici reaya üzerinde ağır baskı oluşturmuştur.  

16.yüzyılda başlayan fiyat artışları, para olarak toplanan vergilerin gerçek değerini düşürmüştür. Devlet, vergi miktarlarını sık sık artırsa da enflasyon karşısında yetersiz kalmıştır. Sabit miktarlı tımar vergilerinin önemi azalırken, savaş ve olağanüstü durumlarda doğrudan alınan avarız-ı divaniyye ve tekalif-i örfiye vergileri sık sık talep edilmeye başlanmış, bu da reaya üzerindeki baskıyı artırmıştır. Büyük Kaçgun döneminde ekmek fiyatları 10 kattan fazla, et fiyatları 6 kata kadar artmıştır. Kırsal alandaki büyük kaçış ve Celali İsyanları, sadece ekonomik bir yıkım değil, aynı zamanda devletin taşradaki otoritesini tamamen kaybetmesine yol açmıştır. Bu durum, merkezi hükümetin İstanbul’daki krizlere odaklanırken, ülkenin genelinde kontrolü kaybetmesine neden olmuş, devletin bütünlüğünü tehdit etmiştir.  

1645-1669 yılları arasında devam eden Girit Savaşı, askeri harcamaları artırarak devletin ekonomik sıkıntılarını derinleştirmiştir. Bu durum, askerlerin maaşlarının düşük ve geç ödenmesine yol açan temel faktörlerden biri olmuş, askeri ayaklanmaların zeminini hazırlamıştır. Mali bunalımın bir sonucu olarak, 1585’te başlayan tağşiş uygulamalarıyla paranın değeri düşürülmüş, yeni basılan ve “kızıl akçe” olarak bilinen ayarı düşük paralarla maaş ödemeleri yapılmıştır. Bu durum, askerlerin alım gücünü düşürerek memnuniyetsizliklerini ve isyan eğilimlerini artırmıştır. Askerin maaşlarının devalüe edilmiş parayla ödenmesi, zaten zor durumdaki halkın ve askerin ekonomik sıkıntılarını daha da derinleştirmiş, isyanın doğrudan tetikleyicisi olmuştur.  

17. yüzyıl boyunca Batı Avrupa’da merkantilizm yaygınlaşırken, Osmanlı Devleti’nin ekonomik yaklaşımı provizyonizm (iaşecilik), tradisyonalizm (gelenekçilik) ve fiskalizm ilkelerine dayanmıştır. Bu ilkeler, iç piyasanın refahını ve devlet hazinesinin doluluğunu önceliklendirirken, Avrupa’daki dış ticaret rekabeti ve savaşlarla karakterize olan merkantilist yaklaşımdan farklıydı. Bu durum, Osmanlı’nın küresel ekonomik değişimlere ayak uydurmakta zorlandığını göstermektedir. Osmanlı’nın geleneksel ekonomik ilkeleri Batı’nın merkantilist politikaları karşısında yetersiz kalmış ve ekonomik daralmayı hızlandırmıştır. Bu, sadece bir ekonomik model farkı değil, aynı zamanda devletin değişen dünya ekonomisine adapte olamamasının ve uzun vadeli kalkınma stratejileri üretememesinin bir göstergesidir. Ekonomik bunalımın askeri yapı üzerindeki etkisi, devletin savunma kapasitesini zayıflatmış ve uzun vadede toprak kayıplarına zemin hazırlamıştır. Vaka-i Vakvakiye, bu derinleşen ekonomik krizin askeri alandaki en şiddetli yansıması ve devletin mali sürdürülemezliğinin bir sonucudur.  

Tablo 2: 17. Yüzyıl Osmanlı Ekonomik ve Askeri Göstergeleri (Büyük Kaçgun Dönemi)

GöstergeDönemDeğer
Yeniçeri Sayısı16. Yüzyıl Ortaları~13,000  
17. Yüzyıl Başları~38,000 / ~100,000+  
Tımarlı Sipahi Sayısı1550’ler~90,000  
1600’ler~30,000  
1768~20,000  
Ekmek FiyatıKanuni Dönemi1 akçeye 800 dirhem  
(1 akçeye düşen dirhem)Celali Fetret Yılları1 akçeye 150-200 dirhem  
Büyük Kaçgun Dönemi1 akçeye 50-70 dirhem  

C. Toplumsal Yapı ve Askeri Durumdaki Değişimler

17. yüzyıl ortalarında, ateşli silah kullanan askere olan ihtiyaç nedeniyle sayıları artırılan yeniçerilerin padişaha olan bağlılıkları azalmış, iktidarı elinde tutan gruplarla ittifak kurarak isteklerini kabul ettirmeye çalışmışlardır. Padişahların yetersizlikleri ve maaşların düşük/geç ödenmesi gibi sebepler, dar gelirli askerleri memnuniyetsiz ve isyankar hale getirmiştir. Tımar sisteminin bozulmasıyla sipahiler de yoksullaşmış, sefere katılmamış ve zaman zaman isyan etmişlerdir. 1589’daki Beylerbeyi Vakası’ndan 1622’ye kadarki isyanlarda kapıkulu sipahileri daha aktif rol oynamış, hatta II. Osman’ın tahttan indirilip öldürülmesi olayında yeniçeriler de yer almıştır. Askeri yapıdaki değişim (tımar sisteminin bozulması ve sipahiden yeniçeriye geçiş) ve yeniçerilerin artan sayısı, başlangıçta askeri modernleşme ve merkezileşme çabası olsa da , devletin mali kapasitesini aşarak kendi içinde bir istikrarsızlık kaynağına dönüşmüştür. Yeniçerilerin siyasi aktör haline gelmesi, onların sadece bir ordu değil, aynı zamanda bir çıkar grubu olduğunu ve devletin üzerinde bir baskı unsuru haline geldiğini göstermektedir.  

Büyük Kaçgun ile birlikte topraksız kalan reaya, geçimini sağlamak için eşkıyalığa yönelmiş veya taşradaki valilerin (ümeraların) oluşturduğu ücretli ve silahlı sekban bölüklerine katılmıştır. Bu paralı birlikler, merkezi devlete karşı ayaklanarak Celali İsyanlarını başlatmış, köyleri yağmalamış ve kırsal alanın daha da boşalmasına neden olmuştur. Devletin reayayı Celali gruplarına karşı kendilerini savunmaya teşvik etmesi dahi, memlekette genel bir ihtilal havası estirmiş ve merkezi otoriteye karşı toplu ayaklanmalara yol açmıştır.  

Kırsal alanın boşalması ve tarımsal üretimin düşmesi, şehirlere göçü artırmış, kentlerde hem nüfus hem de işsizlik sorunlarına yol açmıştır. Kırsal alandan temin edilen hammaddelerin azalması loncaları sıkıntıya sokmuş, bu da hammadde kıtlığına ve kentlerin iaşe sorunlarının baş göstermesine neden olmuştur. Merkezi devletin taşradaki etkinliğini yitirmesiyle, daha önceleri doğrudan veya tımar düzeni aracılığıyla el koyduğu tarımsal artığı, taşradaki güçlü yerel unsurlarla, özellikle âyanlarla paylaşmak zorunda kalmıştır. Bu durum, devletin gelir kaynaklarını daha da zayıflatmış ve taşrada yeni güç odaklarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toplumsal ve askeri değişimler, Vaka-i Vakvakiye’nin sadece bir askeri ayaklanma değil, aynı zamanda derinleşen bir toplumsal memnuniyetsizliğin ve devlet-halk arasındaki bağların zayıflamasının bir yansıması olduğunu göstermektedir. Askerin halktan kopuk ve kendi çıkarları peşinde koşması, devletin genel yapısındaki çürümeyi ve yönetim krizini işaret etmektedir.  

III. Vaka-i Vakvakiye’nin Gelişimi ve Ana Aktörler

Ayaklanmanın Başlaması: Yeniçeri ve Sipahi Talepleri

Vaka-i Vakvakiye, Girit Savaşı’ndan dönen askerlerin maaşlarının ödenmemesi ve Kulkethüdası tarafından aşağılanmaları, ayrıca sadrazam Ermeni Süleyman Paşa’nın ödenekleri düşük ayarlı akçe (kızıl akçe) olarak dağıtması gibi hoşnutsuzluklarla başlamıştır. Bu durum, zaten ekonomik sıkıntılarla boğuşan askerlerin sabrını taşırmıştır. 29 Şubat 1656’da Hasan Ağa, Şamlı Mehmed Ağa ve Galata voyvodalarından Karakuş Mehmed Ağa liderliğindeki sipahiler ve yeniçeriler ayaklanmıştır. Bu, askeri sınıflar arasındaki memnuniyetsizliğin ortak bir eyleme dönüştüğünü göstermektedir.  

Ayak Divanı ve İsyancıların İdam Talepleri

Ayaklanmanın şiddetlenmesi üzerine, 4 Mart 1656’da isyancılar, padişahla “ayak divanı” adı verilen bir toplantıda bir araya gelmeyi talep etmişlerdir. Bu, askerin doğrudan padişahla muhatap olma ve taleplerini iletme gücünü göstermektedir. Bu divanda Mihter Hasan Ağa, genç yaştaki IV. Mehmed’e karşı olmadıklarını belirtmiş, ancak ekonomik krizden ve devletin kötü yönetiminden sorumlu tuttukları otuz kadar devlet adamının idamını talep eden bir liste sunmuştur. Bu kişiler arasında sarayda iktidarı elinde tutan iç oğlanları ve onlarla işbirliği yapanlar bulunuyordu. Bu talep, isyanın sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir temizlik amacı taşıdığını ortaya koymuştur. Ayak divanının gerçekleşmesi ve padişahın isyancıların taleplerini kabul etmek zorunda kalması, Osmanlı tarihinde merkezi otoritenin ne denli zayıfladığının ve askeri sınıfın siyasi irade üzerindeki gücünün sembolik bir göstergesidir. Bu, sadece bir isyan değil, aynı zamanda bir güç transferinin anlık bir yansımasıdır; zira padişahın mutlak otoritesi fiilen askeri gücün talepleri karşısında erimiştir. İdam edilen kişilerin “ekonomik krizden sorumlu” tutulması, askeri memnuniyetsizliğin sadece maaşla sınırlı olmadığını, aynı zamanda devletin genel mali yönetimindeki aksaklıklara ve saraydaki yolsuzluklara yönelik derin bir tepki olduğunu göstermektedir. Bu, ekonomik sorunların doğrudan siyasi hedeflere dönüştüğünü ve halkın/askerin gözünde sorumluların kimler olduğunun netleştiğini ortaya koymaktadır.  

IV. Mehmed’in Karşılaşması ve İdam Edilen Devlet Adamları

Padişah IV. Mehmed, genç yaşı ve merkezi otoritenin zayıflığı nedeniyle isyancılara karşı koyamamış, listedeki kişilerin canlarının bağışlanmasını istemesine rağmen, ayaklananların direnişi karşısında bu isteği kabul etmek zorunda kalmıştır. Bostancıbaşı, istenilen kişileri öldürerek cesetlerini isyancılara teslim etmiş, bu cesetler At Meydanı’ndaki çınar ağacına asılmıştır. Bu vahşi görüntü, olayın hafızalara kazınmasına neden olmuştur.  

Tablo 1: Vaka-i Vakvakiye Kronolojisi

TarihOlay
29 Şubat 1656Sipahiler ve Yeniçerilerin maaş sorunları ve saraydaki yolsuzluklara tepki olarak ayaklanması  
4 Mart 1656Ayak Divanı’nın toplanması ve isyancıların IV. Mehmed’e otuzdan fazla devlet adamının idamını talep eden listeyi sunması  
4-8 Mart 1656İdamların gerçekleşmesi ve cesetlerin At Meydanı’ndaki çınar ağacına asılması (“Çınar Vakası” veya “Vaka-i Vakvakiye” olarak anılması)  
Eylül 1656Valide Turhan Sultan tarafından Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazam atanması ve Kadınlar Saltanatı’nın fiilen sona ermesi  

Olaydaki Önemli Şahsiyetlerin Rolleri (Turhan Sultan, Meleki Hatun, Sadrazamlar)

IV. Mehmed, çocuk yaşta tahta geçmesi ve yönetimdeki tecrübesizliği nedeniyle isyancılara karşı zayıf kalmış, taleplerini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu durum, onun saltanatının ilk yıllarındaki otorite boşluğunu gözler önüne sermiştir.  

Olay sırasında dış zorluklarla ve devlet içindeki isyancılarla mücadele etmek zorunda kalan valide sultan Turhan Sultan, merkezi bir rol oynamıştır. Saraydaki en yakınlarından Meleki Hatun bu olayda öldürülmüştür. Vaka-i Vakvakiye, Turhan Sultan’a güçlü bir yönetime olan acil ihtiyacı açıkça göstermiş, bu da Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirme kararına yol açmıştır. Turhan Sultan’ın olaydaki rolü, Kadınlar Saltanatı’nın sonunu getiren pragmatik bir kararı tetiklemiştir. Bu durum, siyasi krizlerin bazen beklenmedik ancak dönüştürücü liderlik kararlarını zorlayabileceğini göstermektedir; zira devletin bekası için geleneksel güç dengelerinin değişimi kaçınılmaz hale gelmiştir.  

Kaptan-ı Derya Zurnazen Mustafa Paşa ve Bostancıbaşı Hasan Ağa gibi isimler, maaş sorunları ve saraydaki yozlaşmaya karşı ayaklanmaya önderlik etmişlerdir. Onların eylemleri, askeri sınıfın siyasi iradeyi etkileme kapasitesini göstermiştir. Vaka-i Vakvakiye öncesinde saray harcamalarını kısmaya çalışan reformist bir sadrazam olan Tarhoncu Ahmet Paşa’nın idam edilmesi, reform çabalarının saray içi güç odakları tarafından nasıl engellendiğini ve bu durumun krizi nasıl derinleştirdiğini göstermiştir.

IV. Vaka-i Vakvakiye’nin Sonuçları ve Uzun Vadeli Etkileri

İdamların Siyasi Sonuçları ve Merkezi Otoriteye Etkisi

Vaka-i Vakvakiye, önemli devlet adamlarının idam edilmesine ve liyakatsiz kişilerin üst makamlara getirilmesine sebep olmuştur. Bu durum, merkezi otoriteyi daha da sarsmış, devlet idaresinin bozulmasına ve yapılmak istenen ıslahatların sonuçsuz kalmasına neden olmuştur. Olay sonucunda ocak ağaları da idam edilmiştir. Bu, askeri sınıfın kendi içindeki yozlaşmış unsurlara yönelik bir temizlik veya devletin isyancıları yatıştırma çabası olarak görülebilir.  

Kadınlar Saltanatı’nın Sonu ve Köprülü Mehmed Paşa Döneminin Başlangıcı

Vaka-i Vakvakiye, Turhan Sultan’a güçlü bir yönetime olan acil ihtiyacı açıkça göstermiştir. Bu olaydan sonra, Turhan Sultan’ın akıllı bir devlet adamı olan Köprülü Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirmesiyle (Eylül 1656), Hürrem Sultan’dan başlayarak devam eden ve valide sultanlar ile haseki sultanların devlet yönetiminde söz sahibi olduğu “Kadınlar Saltanatı” dönemi fiilen sona ermiştir. Vaka-i Vakvakiye’nin doğrudan sonucu olan Köprülü Mehmed Paşa’nın sadrazamlığa gelişi, sadece bir atama değil, aynı zamanda devletin hayatta kalma içgüdüsünün bir yansımasıdır. Bu durum, krizin derinliğinin, geleneksel güç yapılarının (Kadınlar Saltanatı) bile feda edilmesini gerektirecek kadar büyük olduğunu göstermektedir. Bu, devletin kendi kendini yeniden yapılandırma kapasitesinin son örneklerinden biridir.  

Köprülü Mehmed Paşa, sadrazamlığı kabul etmek için kendi yetki alanına müdahale edilmemesi, atamalarda ricada bulunulmaması, vüzerâ veya vükelâdan birine teveccüh gösterilerek kendi salâhiyet alanına dahil ettirilmemesi ve kendisi hakkında konuşmak isteyecek garazkâr kimselere fırsat verilmemesi gibi dört önemli şart koşmuş ve Turhan Sultan bu şartları “Vallāhü’l-azîm bu ricalarına müsaade olunur” diyerek kabul etmiştir. Bu, merkezi otoritenin yeniden güçlendirilmesi ve sadrazamın mutlak yetkilerle donatılması için atılan önemli bir adım olmuştur. Köprülü şartlarının kabul edilmesi, padişahın ve valide sultanın, devletin bekası için kendi mutlak yetkilerinden bir miktar feragat etmeye razı olduğunu göstermektedir. Bu, bir “güçlü adam” ihtiyacının ve pragmatik yönetimin ön plana çıktığı bir dönemin başlangıcıdır; bu dönemde, şahısların gücü, kurumsal zayıflığı telafi etme çabası olarak ortaya çıkmıştır.  

Devlet Yönetiminde ve Askeri Disiplinde Gözlenen Değişimler

Köprülü Mehmed Paşa ve sonrasında oğlu Köprülü Fazıl Ahmed Paşa ile Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın sadaretinde, yeniçeriler yeniden vazifeleriyle meşgul olmuş ve hiçbir olaya karışmamışlardır. Bu dönemde ocağın sıkı düzeni tekrar oturtulmuştur. Bu, askeri disiplinin yeniden sağlanması ve askerin siyasetten uzaklaştırılması yönünde önemli bir başarı olmuştur. Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminde kısa süreli de olsa bir toparlanma ve istikrar dönemi olarak kabul edilir. Köprülüler, askeri reformlar ve mali düzenlemelerle devlete geçici bir nefes aldırmıştır.  

Olayın Osmanlı Tarihindeki Dönüştürücü Rolü

Vaka-i Vakvakiye, Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Merkezi otoritenin zayıflığının ve saray içi çekişmelerin yol açtığı krizin en somut göstergelerinden biri olmuş, ancak aynı zamanda devletin kendi iç dinamikleriyle bir çözüm arayışına girmesini tetiklemiştir. Bu, Köprülü dönemiyle başlayan reform ve disiplin çabalarının önünü açmış, devletin bekası için radikal adımlar atılmasının gerekliliğini ortaya koymuştur. Olay, Osmanlı’nın duraklama dönemindeki iç dinamiklerini ve dış etkenlerle mücadelesini anlamak için temel bir vaka teşkil etmektedir. Vaka-i Vakvakiye, 17. yüzyılın genel kriz ortamında bir dönüm noktası olsa da, devletin temel yapısal sorunlarını (ekonomik daralma, tımarın bozulması, Avrupa’nın yükselişi karşısındaki adaptasyon eksikliği) tamamen çözememiştir. Köprülü dönemi bir “nefes alma” süreci olsa da, uzun vadeli stratejilerdeki eksiklik devam etmiş , bu da Osmanlı’nın sonraki yüzyıllardaki gerilemesinin temel nedenlerinden biri olmuştur. Olay, kısa vadeli çözümlerin sistemik sorunları kalıcı olarak gideremediğini göstermektedir.  

V.Vaka-i Vakvakiye Osmanlı’da Bir Dönüm Noktasıdır!

Vaka-i Vakvakiye, 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun derinleşen siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerinin çarpıcı bir yansımasıdır. Bu olay, dönemin merkezi otorite zayıflığını, saray içi çekişmeleri, askeri sınıflardaki memnuniyetsizliği ve ekonomik bunalımın yıkıcı etkilerini somut bir şekilde gözler önüne sermiştir.

Olay, sadece bir askeri ayaklanma olmanın ötesinde, Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. IV. Mehmed’in gençliği ve yönetimin zayıflığı karşısında yaşanan bu şiddetli kriz, Valide Turhan Sultan’ı pragmatik bir karar almaya itmiş ve Köprülü Mehmed Paşa’nın mutlak yetkilerle sadrazamlığa getirilmesiyle “Kadınlar Saltanatı” dönemi fiilen sona ermiştir.

Köprülü dönemi, Vaka-i Vakvakiye’nin doğrudan bir sonucu olarak, devlete kısa süreli bir istikrar ve disiplin getirmiş olsa da, Osmanlı İmparatorluğu’nun temel yapısal sorunları ve Avrupa’nın yükselişi karşısındaki adaptasyon eksikliği devam etmiştir.

Sonuç olarak, Vaka-i Vakvakiye, Osmanlı Devleti’nin duraklama dönemindeki iç dinamiklerini, kriz yönetimi çabalarını ve uzun vadeli gerileme sürecini anlamak için kritik öneme sahip, trajik ancak dönüştürücü bir vaka olarak tarihe geçmiştir.

Bu İçeriği Paylaş
Facebook LinkedIn Email Copy Link Print

Bizi Takip Et

FacebookLike
InstagramFollow
YoutubeSubscribe
TiktokFollow

Bunları Kaçırma

Dünya Tarihindeki En Garip ve Sıradışı Barış Antlaşmaları

Tarih ve Kültür
20 Dakika Okuma Süresi

İslam’ın Afrika’daki Yayılışı ve Timbuktu’nun Altın Çağı

Tarih ve Kültür
10 Dakika Okuma Süresi

Bizans’ta Çılgın Vergiler: Tuvaletlerden Bile Vergi Alınır mı?

Tarih ve Kültür
9 Dakika Okuma Süresi

Emevîler’den Abbâsîler’e Geçiş: İslam Dünyasında Bir İktidar Değişimi

Tarih ve Kültür
9 Dakika Okuma Süresi

You Might Also Like

Türk Tarihi

Atatürk’ün Gizli Kalmış Seyahatleri: Hangi Şehirlere Neden Gizlice Gitti?

10 Dakika Okuma Süresi
Türk Tarihi

Haçlıların Bizans’ı Yağmalaması: 1204’te İstanbul’un Düşüşü

10 Dakika Okuma Süresi
Türk Tarihi

1945 Sonrası Türkiye’de Fulbright Anlaşması’nın Stratejik Arka Planı ve Kültürel Hegemonya

7 Dakika Okuma Süresi
İslam TarihiTürk Tarihi

Selçuklular ve İslam Dünyasının Yeniden Yapılanması

10 Dakika Okuma Süresi

Tarihi Bilginin Işığında Kültürel Yolculuk: tarihkultur.com

Geçmişin izleriyle bugünü anlamak ve geleceğe daha sağlam bir köprü kurmak için yola çıktık. tarihkultur.com, insanlığın ortak hafızasında yer edinmiş tarihî olayları, kadim uygarlıkları, kültürel mirasları ve zamanın ötesinden gelen değerleri dijital dünyaya taşıyan bir bilgi platformudur. Amacımız; tarih meraklılarının, öğrencilerin, akademisyenlerin ve kültürle iç içe bir yaşamı benimseyen herkesin ilgisini çekecek nitelikte, özgün ve güvenilir içerikler sunmaktır.

  • Anasayfa
  • Hakkımızda
  • Türk Tarihi
  • İslam Tarihi
  • Avrupa Tarihi
  • Antik Çağ
  • Diğer
  • Çerez Politikası
  • Veri Gizliliği Politikası
  • İletişim
Copyright © 2025 | Tüm Hakları Saklıdır – TarihKultur.com
Tarih Kültür
Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?